"BEN ATATÜRK'ÜN ARKADAŞIYDIM
Her insanın birçok anısı olur. Bunlar çocukluk, gençlik, erginlik,
yaşlılık anılarıdır. Kim saptar bunları, kim ayırır, yerli yerine kim kor?
Herhalde yine kişinin kendisi. Ne kalmıştı onlardan? Sünnet olma, okula
başlama, ilk baba dayağı, ilk anne azarı, kışın kayıp düşme, kolun kırılması,
ilk futbol topu, ilk bisiklet, hangi biri!..
Ben, bu saydıklarımın hepsinden ayrı bir konuyu
anlatacağım. Belki çok abartmalı bir sözle başlayacağım anıma: "Ben,
Atatürk'ün arkadaşıydım!"
Ben 1920 yılında Ankara'da doğdum. Bütün çocukluğum da bu kentte
geçti. Atatürk, benim doğduğum yıllarda Ankara'ya gelmişti. O'nu tanıdığımda
sanıyorum yedi sekiz yaşlarında idim. İstasyondan Samanpazarı'na doğru çıkan
yokuşun otlarında, o zamanlar, Türkocağı denilen mermerden, görkemli bir yapı
yükseliyordu. O günlerin Ankara'sında Atatürk, hemen hemen haftanın birkaç gününde
gelir, bu yapının yükselişi ile ilgilenirdi. Evimiz Denizciler Caddesi'nde
olduğundan, benim yaşımdaki çocuklar da gider, bu yapının kırık mermerlerinden
birer parça alır, gazoz kapağı oynardık. Bu oyun, gazoz kapaklarını çemberin
içine dizmek ve oradan mermerle çıkarmak biçiminde oynanırdı.
Mermer kırıklarını almaya gittiğimizde çoğu zaman
Atatürk'ü görürdük. Otomobilinin çevresinde motosikletli polisleri, arabalara
binmiş yakınları ile Atatürk'ün gelişi her zaman belli olurdu. Mermer almaya
gelmiş benim yaşımdaki çocuklar da, yani bizler de tek sıra dizilir, Atatürk'ün
önümüzden geçmesini beklerdik. Bizi öyle asker gibi tek sıralı dizilmiş gören
Atatürk de önümüzden geçerdi.
Artık biz de, Atatürk de, birbirimizin tanışı olmuştuk.
Bazen önümüzden geçerken kimimizin yanağını sıkar, saçını okşar, kimimizin
adını sorardı. Bu tanışıklık, Türkocağı'nın yapımına değin aylarca, yıllarca
sürdü. Öyle olmuştu ki, Atatürk çoğumuzun tek tek adını unutmayacak kadar
bizleri tanımıştı. Tek sıra olduğumuzda, 'Nasılsın Mehmet? Nasılsın Ahmet?
Sınıfını geçtin mi? Kuşpalazı olduğunu duymuştum, iyileştin mi?' gibi sorular
soracak kadar bizleri tanır olmuştu.
Atatürk, Çankaya'da sıkıldığı zamanlar okulumuza gelir,
bazı sınavlara girerdi. Sınavlarda sorular sorardı. Lisede, sorulan sorulara
iyi yanıt verenleri, Avrupa'da okumaya yolladığını duyardık. Bunları duydukça
da: 'Ah, Atatürk bizim sınavlarımıza da girse, biz de sorulara yanıt versek,
bizi de Avrupalara gönderse...' diye özenirdik.
Bir öğleye doğru idi. Dersten çıkıp bahçede oynarken
Halkevinin tepesindeki bayrağın yarıya indirilmiş olduğunu gördük. Okulu,
öğretmenleri, yöneticileri bir hüzün kaplamıştı. 'Ne oluyor?' dememize
kalmadı. Atatürk'ün öldüğü, bayrağın onun için yarıya çekildiği kara haberi
kulaktan kulağa dolaştı. Öğretmenlerimiz ne yapacaklarını, bize ne
diyeceklerini şaşırmışlardı.
'Hadi, bugün okul kapalı...' dediler. Evlerimize gittik.
Atatürk'ün İstanbul'da öldüğü haberi bütün kente yayılmıştı. Ankara başımıza
çökmüş gibi oldu.
'O benim arkadaşımdı!..' diye hıçkıra hıçkıra ağlamıştım.
Büyükler, 'Nereden arkadaşın oluyor?' diye sorduklarında:
'Mermer alırken, hep bizi sever, okşardı...'
diyordum."
Mehmed Kemal
Güzel
YanıtlaSil