15 Mart 2013 Cuma

Anı Örneği-1


"BEN ATATÜRK'ÜN ARKADAŞIYDIM
Her insanın birçok anısı olur. Bunlar çocukluk, gençlik, ergin­lik, yaşlılık anılarıdır. Kim saptar bunları, kim ayırır, yerli yerine kim kor? Herhalde yine kişinin kendisi. Ne kalmıştı onlardan? Sünnet olma, okula başlama, ilk baba dayağı, ilk anne azarı, kışın kayıp düşme, kolun kırılması, ilk futbol topu, ilk bisiklet, hangi biri!..
 Ben, bu saydıklarımın hepsinden ayrı bir konuyu anlatacağım. Belki çok abartmalı bir sözle başlayacağım anıma: "Ben, Atatürk'ün arkadaşıydım!"
Ben 1920 yılında Ankara'da doğdum. Bütün çocukluğum da bu kentte geçti. Atatürk, benim doğduğum yıllarda Ankara'ya gel­mişti. O'nu tanıdığımda sanıyorum yedi sekiz yaşlarında idim. İstas­yondan Samanpazarı'na doğru çıkan yokuşun otlarında, o zaman­lar, Türkocağı denilen mermerden, görkemli bir yapı yükseliyordu. O günlerin Ankara'sında Atatürk, hemen hemen haftanın birkaç gü­nünde gelir, bu yapının yükselişi ile ilgilenirdi. Evimiz Denizciler Caddesi'nde olduğundan, benim yaşımdaki çocuklar da gider, bu ya­pının kırık mermerlerinden birer parça alır, gazoz kapağı oynardık. Bu oyun, gazoz kapaklarını çemberin içine dizmek ve oradan mer­merle çıkarmak biçiminde oynanırdı.
 Mermer kırıklarını almaya gittiğimizde çoğu zaman Atatürk'ü görürdük. Otomobilinin çevresinde motosikletli polisleri, arabalara binmiş yakınları ile Atatürk'ün gelişi her zaman belli olurdu. Mer­mer almaya gelmiş benim yaşımdaki çocuklar da, yani bizler de tek sıra dizilir, Atatürk'ün önümüzden geçmesini beklerdik. Bizi öyle as­ker gibi tek sıralı dizilmiş gören Atatürk de önümüzden geçerdi.
 Artık biz de, Atatürk de, birbirimizin tanışı olmuştuk. Bazen önümüzden geçerken kimimizin yanağını sıkar, saçını okşar, kimimizin adını sorardı. Bu tanışıklık, Türkocağı'nın yapımına değin ay­larca, yıllarca sürdü. Öyle olmuştu ki, Atatürk çoğumuzun tek tek adını unutmayacak kadar bizleri tanımıştı. Tek sıra olduğumuzda, 'Nasılsın Mehmet? Nasılsın Ahmet? Sınıfını geçtin mi? Kuşpalazı ol­duğunu duymuştum, iyileştin mi?' gibi sorular soracak kadar bizleri tanır olmuştu.
 Atatürk, Çankaya'da sıkıldığı zamanlar okulumuza gelir, bazı sı­navlara girerdi. Sınavlarda sorular sorardı. Lisede, sorulan sorulara iyi yanıt verenleri, Avrupa'da okumaya yolladığını duyardık. Bunları duydukça da: 'Ah, Atatürk bizim sınavlarımıza da girse, biz de soru­lara yanıt versek, bizi de Avrupalara gönderse...' diye özenirdik.
 Bir öğleye doğru idi. Dersten çıkıp bahçede oynarken Halkevinin tepesindeki bayrağın yarıya indirilmiş olduğunu gördük. Okulu, öğretmenleri, yöneticileri bir hüzün kaplamıştı. 'Ne oluyor?' deme­mize kalmadı. Atatürk'ün öldüğü, bayrağın onun için yarıya çekildi­ği kara haberi kulaktan kulağa dolaştı. Öğretmenlerimiz ne yapa­caklarını, bize ne diyeceklerini şaşırmışlardı.
 'Hadi, bugün okul kapalı...' dediler. Evlerimize gittik. Atatürk'ün İstanbul'da öldüğü haberi bütün kente yayılmıştı. Ankara başımıza çökmüş gibi oldu.
 'O benim arkadaşımdı!..' diye hıçkıra hıçkıra ağlamıştım. Bü­yükler, 'Nereden arkadaşın oluyor?' diye sorduklarında:
 'Mermer alırken, hep bizi sever, okşardı...' diyordum."


Mehmed Kemal

1 yorum: