Tevfik Fikret: Devir-Şahsiyet-Eser’den
Fikret bütün
hayatınca tek bir mizaç ve karakterin inkişafını göstermekle beraber, tezahür
şekilleri birbirinden ayrı olan dört merhale geçiriyor: Yirmi bir yaşına kadar,
ileriki şahsiyetinin bazı taraflarını önceden haber veren oldukça sakin, fakat
içli bir aile ve mektep devresi yaşıyor. Yirmi birler yirmi dört yaş arasında,
kısa bir bahara benzeyen ilk gençlik çağını idrak ediyor. Yirmi dörtle otuz
yaşları arasında, bütün hayatınca devam edecek olan karakteri kazanıyor. Bu
tarihten ölümüne kadar olan devre, aynı şahsiyetin muhtelif şartlar altında
gelişen safhalarından ibarettir.
(…)
Fikret’in
çok küçük yaşlardan itibaren, aşırı derecede hassas olduğunu gösteren bazı
vak’alar zikrediliyor. İsmail Hikmetin anlattığına göre Fikret, daha üç buçuk
yaşında iken bir komşu kızına âşık olmuştur: “Aksaray’da bulundukları zaman
birçok misafirler gelirdi. Bunlar arasında bir de paçacılar kâhyasının kızı
Naciye Hanım vardı. Fikret işte bu Naciye Hanım’a âşık olmuştu. Ne zaman
evlerine gelse yanından ayrılmaz, ayrılınca da başını yastığının altına sokar
saatlerce ağlardı”.
Ömrüm Benim
Bir Ateşti: Ahmet Hâşim’in Hayatı, Sanatı, Estetiği, Dramı’ndan
Konya’dayken
merkezden aldığı bir emir üzerine Ulukışla, Niğde, Arapsun, Bor ve Ürgüp’ün
iaşe işlerini teftiş etmek üzere bir arkadaşıyla yola çıkan Hâşim, Ulukışla’da
tahmininin aksine altı leziz gün geçirir. Hele.Toros eteklerinde üzüm
fidanlarıyla ve kavak ağaçlarının gölgeleriyle yemyeşil duran bir vadide,
berrak bir su kıyısında seccadeler üzerine uzanarak geçirdikleri köy gecesi
unutulacak gibi değildir. Bir taraftan ayranlar hazırlanmakta, bir tarafta
“berrak ve âteşin” çaylar içilmekte, diğer taraftan mahzun nargilekeşler bir
salkım üzümü gurub ışığına tutup tebesüm edenlere “namütenahi sözler teati”
etmektedirler.
Ulukışla’da
yaşadıklarını anlatırken âdeta bir diyoniz yak âyin tablosu çizen Hâşim, oradan
dünyanın en güzel armutlarını ve en rayihalı elmalarını iştahla dişlediği
Niğde’ye geçer; bu mektubu yazdığı gün öğleden sonra da Nevşehir’e hareket
eder. 3 Eylül 1333 tarihinde yine Niğde’den gönderdiği mektupta, Anadolu insanı
hakkındaki genel kanaatlerini yazan Hâşim -ki keskin bir gözlemci olduğu
anlaşılmaktadır- ihmal edilmiş ve uzun savaşlardan çıkmış yoksul Anadolu’nun o
yıllardaki içler acısı halini gözler önüne sermektedir. Çalakalem yazılmış bir
mektup olmasına rağmen, Hâşim’in çarpıcı nesrinin ilk örneklerinden biri
sayılabilecek bu metin, aynı zamanda son devir Osmanlı aydınının Anadolu
hakkındaki derin bilgisizliğine ve onunla karşılaşınca yaşadığı büyük şokun
niteliğine dair ipuçları taşıması bakımından da önemlidir. Hâşim’in bu
mektubuyla arkadaşı Yakup Kadri’nin Yaban’ını müjdelediğini söylemek mübalağa
sayılmamalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder